14 Nisan 2012 Cumartesi

YEŞİL BURSA’NIN YÜZÜK TAŞI: YEŞİL MAHALLESİ


Hülya Taş
Biz önce yaşayacağımız mekânları belirleriz sonra da yaşadığımız mekânlar bizi belirler. Yeşil küçük bir mahalle olmasına rağmen bir semt olarak anılır. Bursa deyince akla Ulucami ile birlikte Yeşil Cami ve Türbe gelir. Yeşil Bursa’da tarih boyunca gelip geçenlerin zümrüt parlaklığında müşahede ettiği bir mekândır.
Neden tam yeşil değil, tam mavi değil de, mavi ve yeşilin karışımı bir renk, yani zümrüt yeşili? Bu renk doğada olmasıyla birlikte, ecdadımız çini sanatında kullanmış ve eşsiz, taklit edilemez bir forma ulaştırmıştır. Bu bir ufuktur. Göğün mavisi ve yeryüzünün yeşiliyle sanatını meydana getirerek, dünya idrakini gittiği yere hâkim kılmıştır. Bu değerli eserler yeryüzüne atılmış bir imza mesabesindedir.
Yeşil mahallesi ismini Yeşil Türbe, Yeşil Cami ve imaretlerinden alır. Yeşil Cami, Çelebi Mehmet Han tarafından, yaptırılmıştır. Mimarı Hacı İvaz Paşadır.   Cami erken dönem Osmanlı mimarisinin ilk örneklerindendir ve ters T planında yapılmıştır.  Yüksek binalar yapılmadan önce Bursa’nın her yerinden görülebilecek bir mevkide imar edilmiştir.
Bu mahallede evler dip dibe,  kucak kucağadır. Osmanlı sivil mimarisinin güzel örnekleri sokak aralıklarını dolaşırken halen görülebilir. Burada hayat cami, türbe, imaret ve medresenin etrafında ince ince şekillenmiş.
Eski yollar, kaldırım taşları, çeşmeler yok artık, ama tek tek keşfedilmeye değer dar sokak aralıkları,  yokuşları kolaylıkla çıkmaya yardımcı olan zarif merdivenler ve merdivenlerden çıkarken evlerin değişen şekilleri keşfedilmeye değer.
Yeşil, kalbimizin sıcak rengi. Huzuru, yeniden dirilişi ve hayatı simgeliyor. Burada bir rengin sırrını ve varlık içindeki hal makamını uzun uzun oturup keşfe çıkabilir, gözlerinizi kapatıp etrafı dolduran kalabalığın seslerini dinleyip, insan arayışlarını anlamaya çalışabilir ya da kulaklarınızı her şeye kapatıp kendinizi yalnızca caminin içindeki eşsiz huzura bırakabilirsiniz.
Yeşil Türbe Osmanlı mimarisinde bütün duvarları çiniyle kaplı tek türbedir.  Çini ortaya koyduğu çok renkli yüzey alanlarını kaplama özelliği ve kalıcılığı ile Türk süsleme sanatının en vazgeçilmez unsurlarından biri olmuştur. Sekiz cepheli olan türbenin duvarları ile köşelerde oturtulmuş mermer çerçeve ve kemerlerin arasında kalan kısımlar türkuaz renkli çinilerle kaplanmıştır. Günümüze kadar geçirmiş olduğu onarımlarda bu çiniler büyük oranda tahrip olmuş, yerine yeni çiniler konulmuştur. Sayısı azalan çiniler kapının sol tarafındaki yüzeyde bir araya toplanmıştır.
Yeşil imaretleri, kullanılan rengi yani yeşiliyle ahreti, umudu, yeniliği ve huzuru, ihtişamlı süslemeleriyle de dünya hâkimiyetini ve hedeflerini simgelemektedir. Bu, dünya ahret dengesiyle örülmüş bir medeniyet tasavvurudur.
Çelebi Mehmet Han on bir yıl süren zorlu iktidar çatışmalarından sonra Osmanlı birliğini yeniden tesis etmiş ve özellikle Osmanlı Devletinin hala ayakta ve kudretli olduğunu göstermek amacıyla hiçbir masraftan kaçınmayarak, Bursa’nın doğu cihetinde ihtişamlı bir cami yaptırmıştır. Cami birçok bakımdan özel hususiyetlere sahiptir.  Zümrüt yeşili çinileriyle,  bununla birlikte ham mermerin yapımı üç yılda tamamlanan giriş kapısı ve pencere kenarlarındaki eşsiz işlemeleriyle meşhurdur.

Bâni-ı Sâni-i Devlet
Halim, şefkatli, mütevazı, fikri geniş, güzel ahlaklı, beyleri sofrasına kabul eden, âlim ve sanatkârlar ile meclisinde görüşen, cuma günleri fakirlere yemek dağıtan diye bahsediyor tarih kitapları ondan.  Yeşil caminin kitabesinde; “Şarkın ve garbın padişahı”, “Arabın ve acemin padişahı”, “Rabbü’l-âleminin te’yidiyle müeyyed”, “Dinin ve dünyanın yardımcısı”, “Sultan oğlu sultan” yazıyor.
Çok küçük yaşlarda hükümdarlık gibi büyük ve iddialı bir meselenin içine girmiş. Hemen hemen bütün kaynaklarda  “Osmanlı devletinin ikinci kurucusu” olarak zikrediliyor.
Asker ve idareci kişilik olarak önde, aynı zamanda hâkimiyeti altındakilere merhamet ve adaletiyle tanınmıştır. Mekke ve Medine ahalisinin bayrama mesut girmeleri için hediye gönderme geleneği olan Sürre-i Hümayun, bazı kaynaklarda Sultan Yıldırım Beyazıt, çoğu kaynağa göre ise, Çelebi Mehmet Han zamanında başlatılmıştır. İlk Osmanlı donanması denizlere ve Avrupa’ya gönderilen ilk Türk elçisi onun zamanında gönderilmiştir.
Anadolu’yu on bir yıllık zorlu bir çatışmadan kurtarıp tekrar huzura kavuşturan büyük şahsiyet, ancak yeşillikler içindeki türbesine girince huzuru bulabilmiştir. “Çocuk yaşımda bunca belaları kim çektim, kimse çekmiş değildir” diyen Çelebi Mehmet Han,  vefatında otuz iki yaşında bulunuyordu. Kısacık hayatında çok meşakkatler gören padişah ölüm anında bile birlik ve dirliği düşünüyordu. Ölümü ahali ve askerden kırk bir gün gizlendi.
Affetmek savaştan daha büyük bir yiğitlik ve cengâverlik olsa gerek. Çelebi Mehmet için aslında savaşmış olmaktan çok, affetmiş bir erdir desek yanılmayız. Affetmenin altında da cesur bir yürek yatar aslında. Gölgesinden bile korkan milletler vardır, düşünmeden her şeyi herkesi düşman bilip ateş eder ve yok eder. Tebaasını Müslüman ya da gayri Müslim diye ayırmamış, hepsini gereğince taltif etmiştir. Kendisine ve ahaliye çok zorluklar çıkaran Karamanoğlu Mehmet Bey’i bile, öldürme fırsatı eline geçmesine rağmen, sadece bir daha kargaşa çıkarmayacağına dair söz alıp bırakmıştır.
Yaptırdığı mimari eserleri ve şahsiyetini incelediğimizde geçmiş ve gelecek arasında bir köprünün nasıl kurulduğunu müşahede ederiz. Köprülerimizi yeniden kazanmaya çabaladığımız, fikren, ruhen yeniden dirilmeye başladığımız bir dönemde Çelebi Mehmet Han konuşulması ve incelenmesi gereken bir şahsiyettir.

Mimar Başı
Aşıkpaşazade şöyle demiştir; “Kılıç, kalem ve hesap sahibi ve nev’inin özü idi… Âl-i Osman kapısında parçalarda çini evani ile şölen onundur ve hem gayr-i iklimlerden sahibi hünerleri ol getirmiştir.
Sadakat, aşk, iştiyak kavramları onun şahsiyetiyle özdeş.  Asker, edip, sanatkâr. Hacı İvaz Paşa, Çelebi Mehmet Han henüz Amasya valisiyken hizmetine girmiş ve hayatı boyunca ona büyük bir sadakatle bağlanmıştır. Zorluk günlerini birlikte göğüsledikleri gibi ikbali de birlikte yaşamışlardır.
Hükümdar,  yeniden kurulan bir hakimiyete uygun bir yapı istediğinde aradığını karşısında bulmuş, mimarı ve veziri olan bu yetenekli zata güvenmiş ve ortaya koyacağı eser için hiçbir masraftan kaçınmamıştır. Dünyaya ait ihtişamıyla düşmanlarını ezerken, ahreti hatırlatan motifleriyle de faniliğinden vazgeçmeyen bir mimari, bir padişah ile vezirin uyumu ortaya ustaca ve zarifçe konulmuştur. Bu bir kutlama, görsel bir şölen, yüzyıllardır süren ve sürecek olan mimari bir ziyafettir.
Ahşap olan zamanla kaybolup gitmiş. Mahalledeki birçok yapıyı biz şimdi ancak eski fotoğraflarda görebiliyoruz. Yeşil Cami öyle bir temsil ve tarihe atılmış büyük bir imzadır ki ham mermere ince nakışlarla, göz nuruyla işlenmiştir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, mermer ustalarınca tam üç yılda işlendiği ve işçiliği için kırk bin altın harcandığı bilgisini almaktayız.  Bu oymaların yakından incelendiğinde kısım kısım yarım kaldığı görülür.  Yarım bırakılan kısımlardan ne kadar ince bir işçiliğin gerçekleştiğini anlayabiliriz.
Yeşil Cami diye adlandırılmasına sebep, kubbelerinin ve minaresi tacının yeşil ve sırlı çini ile örtülü olup, güneş ışığı altında zümrüt gibi parlamasıdır.” diye kaydetmiştir Evliya Çelebi.  Bu caminin bir benzeri Evliya Çelebi zamanında bulunmadığı gibi “ileri teknoloji ve her türlü imkana” ulaşmış bizlerin zamanında da böyle bir mimari harikaya ulaşılamamış, hatta aksi örneklerle zevk-i selim kayboldukça kaybolmuştur.

Mahalle
“Yeşile de deli gönül yeşile” dediği şiirine “Merhaba Yeşil” ismini vermiş Bedri Rahmi Eyuboğlu. Şairin yeşili selamlaması çok manidardır. Selam bizim kültürümüzde dua ve selametin simgesidir. Bursa’ya gelen yeşile gönül verir elbet. İster istemez yeşilde huzur bulur ve yeşili tefekkür etmeye başlar. Zamanın hızla akışına rağmen, yeşil ığıl ığıl akar buradan gelip geçene.
Yer yer kömür sobalı evler, sokak aralarında miskin kediler, çınar ağaçlarının dallarında soğuktan korkmayan çılgın serçeler, cami avlusunda ve içinde neşeyle koşturan çocuklar, yabancı ve yerli turistlerin meraklı bakışları ve bunların arasında akıp giden zaman…
Bu mahallede dolaşırken kendini bırak. Bırak ayakların istediği yere gitsin. Nasıl olsa her sokağın sonu yeşille karşılar seni. İstesen de kaybolamazsın.
Onlar bu mahallenin sakinleri.  Mahallenin en eskisi altmış yıldır burada yaşayan Mehmet Durmuş.  Bursa’nın ve mahallelerinin canlı tarih kitapları oluyorlar bir anlamda.  Bursa’nın yerlileri ağılıkları olarak Çekirge ve Yeşil Mahallesinde yaşıyormuş. Şehre otobüs ilk geldiğinde Çekirge- Yeşil arasında sefer yaparmış. Başka bir yere gidilecekse faytona binilirmiş.
Evlerimizde çeşme yoktu diyorlar.  Bazı evlerin içinden su borusu geçermiş ya da hemen hemen her köşe başında bulunan çeşmelerden evlere su taşınırmış.  Bazı çeşmeleri Ermeniler yaptırmış. Bu, çeşmelerin üzerindeki Pontus Rum yazısından anlaşılırmış. Tabi bu su, terkos suyu değil, Uludağ’dan gelen kar suyuymuş. Hemen hemen her evde küçük ve büyük baş hayvan yetiştirilirmiş. Kırk sene evvel yağcı ve yoğurtçular omuzlarına astıkları bir sopanın ucundaki bakraçlarla, sokak aralarında, sesleriyle geldiklerini belli ederek satış yaparlarmış.
Ramazan ayının yaz sıcağına denk geldiği senelerde, Uludağ’dan kar getirilip satılırmış. At ve eşek arabalarıyla köyden gelip yetiştirdiklerini pazara sunarlarmış. Dondurmacı Recep amca varmış. “Ne güzel dondurma yapardı” diyor içlerinden biri.
Mehmet Durmuş kendi düğününü anlatıyor.  “ Bir elime kova bir elime süpürge verdiler, yüzüme tıraş sabunu sürüp sokaklarda beni gezdirdiler.”  Hanımlar arası eğlencelerde çengiler çalgılarını çalıp eğlence yapılırmış. Düğün salonu diye bir şey yok tabi. Düğünler İki katlı ve çoğunlukla bahçeli evlerin bahçelerinde yapılırmış. Mahallede düğünlerde köy adetlerini yerine getiren aileler halen bulunmakta.

Kişisel çabalarla aslına uygun şekilde restore edilmiş evler, bize mahallenin geçmişi hakkında fikir verir.  Klasik Osmanlı mahallelerinde bütün sokaklar merkezdeki camiye çıkar ve evler pencereleri birbirine bakmayacak bir planla yerleştirilirdi. Artık kısa zamanda kolayca yapılan, gerek ses gerek görüntü açısından hiçbir mahremiyeti olmayan beton binalarda oturuyoruz. Yeşil bize sivil mimari hakkında çok şey söyler, bir hayat üslubunu ve zevk-i selimi hatırlatır. Bu doğal mimari, haddinden fazla yükselmeyen, tabiata meydan okumak yerine onun bir parçası olan formuyla, tarih boyunca gelip geçen pek çok şair ve mütefekkire ilham vermiştir.
Velhasıl Yeşil semti bir tarzı hayattır. Buraya gelir, gezer, çayınızı içer, belki yemek yersiniz. Mutlak güzelliğin küçük bir yansıması olan, nakış nakış işlenmiş sanatla huzur bulur, gidince tekrar özlersiniz. Her gelişinizde biraz daha benimser, ger gidişte biraz daha özlersiniz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder